Çift Fonksiyonlu Derin Dondurucu

                                                       

İlk önce çift fonksiyonlu derin dondurucunun ne demek olduğu ile başlayalım, zira ilk duyduğumda ne anlama geldiğini ben de anlayamamıştım. Klasik derin dondurucular sadece “derin dondurma” yapıyor, yani içlerindeki tüm gıda ve besinleri -16 / -24 arasındaki bir sıcaklıkta depoluyor. Bunun avantajı, bu sıcaklıkta hemen tüm besinlerin kullanım ömürlerinin son derece uzun olması. Yani yazın dondurduğunuz bir gıdayı, kışın ilk günkü tazeliği ile tüketebiliyorsunuz. Ancak derin dondurma uzun süreli bir çözüm ve kısa sürede tüketmeniz gereken gıdalar için yeterince pratik değil. Aynı şekilde, su oranı yüksek besinler (karpuz, üzüm, vs.) derin dondurma işlemi için pek uygun değil, zira içlerindeki su kristalleşiyor ve gıdanın lezzeti bundan etkileniyor. Bu türden gıdalar için derin dondurucu değil, “soğutucu” kullanmak gerekiyor.

İşte çift fonksiyonlu derin dondurucu modelleri, tam olarak bu işe yarıyor. İstediğiniz zaman soğutma, istediğiniz zaman da derin dondurma yapıyorlar. Bu yüzden, kelimenin tam anlamıyla her besin türü ve her depolama amacı için uygunlar. Ancak, piyasada kaliteli bir çift fonksiyonlu derin dondurucu modeli bulmak oldukça zor. İşte bu nedenle uzun araştırmalardan sonra Uğur Soğutma’ya ait UED 7246 DTK modelinde karar kıldım. Uğur Soğutma’nın bu sektörde 60 yılı aşkın bir deneyimi var ve gerçeği söylemek gerekirse, kayda değer bir rakibi de bulunmuyor. Nitekim UED 7246 DTK’yı birkaç aydan bu yana kullanıyorum ve son derece memnun kaldığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Her şeyden önce, bu bir dikey derin dondurucu model. Yani görünüm ve kullanım olarak klasik buzdolaplarına benziyor. 261 litre brüt iç hacmi var ve en kalabalık aileler için bile fazlasıyla yeterli. Derin dondurma, soğutma ve sıfır derecede saklama özellikleri bulunuyor. Besinlerinizi kullanılan moda göre +3 / -24 sıcaklık aralığında depolayabiliyorsunuz. No frost özelliğine sahip olan çift fonksiyonlu derin dondurucu, aynı zamanda A+ enerji sınıfına ait, yani çok az elektrik harcıyor. Ön kapağı üzerinde bir LED ekran var ve tüm ayarları (kapağını açmaya gerek kalmadan) bu ekranı kullanarak yapabiliyorsunuz. Ben Uğur Soğutma’nın çevrimiçi mağazasını kullanarak satın aldım (https://satis.ugur.com.tr/) ancak Türkiye çapındaki bayilerden de alabilirsiniz. Bir derin dondurucu almaya niyetliyseniz, çift fonksiyonlu bu modele muhakkak bir göz atmanızı öneriyorum, kesinlikle pişman olmazsınız.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Dört Anlaşma


Resim inernetten alıntıdır

Neden Televizyon Seyretmiyormuşum


Güzel bir pazartesinden herkese merhabalar 😊
Küçüklükten beri sebebini bilmediğim bir şekilde televizyonla aram yoktur. Hatırlamadığım yaşlarımda oyuncaklarımla ilgilenir oyun oynarmışım (bu bilgi annemden). Hatırladığım yaşlarımda babamla uğraşarak akşamları geçirirdim. Ya da matematikle ilgilenirdim. Matematiği ders, görev, zorundalık görmediğim için hep ilgilendim kendisiyle. Lise üniversite dönemlerinde zaten sınav hazırlıkları arkadaşlarla dışarı çıkmalar derken gene televizyonla aramızda seviyeli bir uzaklık oldu. 😊 Tabi ki asla izlemedim diyemem. Aile izlerken 10 dakika bakmalar falan illaki oluyor. Son 2 yıldır youtubeden ilgimi çeken videoları izlemek gibi bir hobim oluştu. İzlediklerine göre öneriler verir youtube. Zaten bunu hepiniz biliyorsunuzdur. Yakın zamanda bana Bülent Ersoy Banu Alkan kavgası gibi bir şey önerdi. Hemen atlayıp izlemedim ama inatla önermeye devam edince tıkladım ne olabilir ki diye düşünüyor insan. Sonuçta kulvarları farklı birisi büyük bir sanatçı hatta diva ünvanını bile almış ötekini eminim beğenenler vardır. Benim fikrimce yeşilçamda çektiği tüm filmlerde aynı oynayan bir oyuncu. Neyse konuyu dağıttım. İzlemeden önce yorumları okudum. Kimi Banu hanımı kimi Bülent hanımı kimide benim gibi televizyon için ne hallere düştüklerini yorumlamış. İzledikten sonra anladığım kadarıyla dünya güzellerim adında bir program çekiliyormuş. Bülent Ersoy, Safiye Soyman, Banu Alkan ve Burcu Esmersoy bu programla hindistanı geziyormuş. İzlediklerim beni dehşete sürükledi desem abartmış olmam. Bülent Ersoy ve Banu Alkan arasındaki diyaloglarda neler var neler. Marka merakı, özentilik, kendini acındırma, benim param seninkini döver hatta öncesinde kim kiminle beraberdi konusu. Beyfendinin Banu Alkana sağladığı imkanla vs vs. Bunlarda sadece birini karşımızda biri yapsa yerin dibine girer. O kişiyle iletişime geçmemenin yolunu ararız. Bu ünlü hanımlar gayet tüm Türkiye önünde yapıyorlar. Ertesi günde çekimlere devam edip yeni bölüm çekiyorlar yüz yüze bakıyorlar. Hadi ünlü olmayanların reyting uğruna evlenme programlarında sabah kuşağı programlarında itibar düşünmeden yapmalarına bizi zorla alıştırdılar. Ama bunlar ünlü zaten sebep ne. İnsan kendini neden böyle duruma düşürür pesss diyorum. Her geçen gün bir level atlayan televizyon yapımcıları daha ne kadar çığrından çıkacak acaba. Neden izlemediğimi anladığım ve kararımı tasdiklediğim bir deneyim oldu benim için. Umarım insanlar bu tip programları izlemeyi azaltır ve bunlar bir tık azalır.( olmayacağını bile bile diledi 😊).

Pazar Sohbeti


Herkese Merhabalar ✋
Sessiz sedasız pazarıma sizleri ortak etmek istedim. Okuyarak bana katılan herkese teşekkür ederim. Günüm benle başbaşa geçiyor. Kendini dinlemek hem çok büyük bir lüks hem de yalnızlık hissinin getirileriyle birlikte buruk. Ortalama 2 ay önce insülin direnci teşhisim konulduğundan beri belirli bir yeme içme düzeni ve yaşam planına geçim. Bugünde aynı plana sadık kalarak yedim. Kahve saatimi aksatmadım tabiki.☺ Laf aramızda  2 ayda 9 kilo verdim. Bir karara bakıyormuş. Bilgi olarak bildiğim şeyi uygulama olarak görmek çok keyifli. Hedefe doğru ilerliyorum kim tutar beni. Dünya gaz verme şampiyonu gibiyim valla. :) Uzun zamandır çok sevdiğim kitap okuma alışkanlığım bitti. Bu aralar böyle gidecek herhalde canı sağolsun napalım. Yeni yaşam tarzımla hayatıma giren plates var birde. Kendisi tartışmasız çok büyük nimet ama ben kadar esnek olmayan (bağdaş dahi kuramayan) birisi için başlaması sancılı oldu . Gerçi  ara ara vucudum yok canım bu sana göre değil deyip ağrıyor. Bu alışkanlığı da kazanırım ben istersem yaparım (insan isterse yapar). Yıllar sonra ilk defa sevgilimle problemim var. Aşacağımıza inanıyorum umarım öyle de olur. Hayatımın her alanında uyarı alıp kendini toparla sinyallerini gördüğüm bir dönem geçiriyorum diye düşünüyorum. Hayat derslerimi alıp derslerime çalışacağım. ☺ Günüm ve gününüz güzel olsun. Huzur dolu anlar yaşamak dileğiyle.
Sevgiler

Çocuk olmak, Çocuk kalmak, Çocuk kalsak


Resim internetten alıntıdır

Anlatmak, Anlatmaya Çalışmak?

“Çoğu zaman, kelimenin gerçek anlamıyla acıyla farkına varıyorum ki, anlatmak istediğimin yirmide birini bile anlatamadım ve hatta hiçbir şey anlatamadım. Beni rahatlatan şey, Tanrı’nın bir gün bana o gücü ve ilhamı göndereceğine, benim de kendimi eksiksizce anlatabileceğime, kısacası yüreğimdeki ve hayal dünyamdaki her şeyi ortaya koyacağıma dair olan umudumdur.”
Dostoyevski

Neden Bir Su Pınarı Kullanmalısınız?

Buzdolabını açtığınızda dışı buğulanmış pet su şişeleri görmek istemiyorsanız, içtiğiniz suyun sıcaklığını kontrol edebilmek ve hem hijyenik, hem de pratik bir şekilde su içmek istiyorsanız, bir su pınarı kullanmanın zamanı gelmiş demektir. Sanılanın aksine, su pınarları ofislere özgü cihazlar değiller. Evde de rahatlıkla kullanılabiliyorlar, aynı benim yaptığım gibi. Plastik bir pompaya basarak su doldurmaktan sıkıldıysanız ve o plastik pompaların kanserojen maddeler içerdiğini biliyorsanız, sizin de su sebili kullanmanız gerekiyor. Pratik, hijyenik, sağlıklı ve lezzetli: Suyunuz tüm bu özellikleri taşımalı.

Ne yazık ki, piyasadaki su sebillerinin çoğunun üretim kalitesi son derece düşük. Çoğu, maliyeti düşürmek için plastik hazneler ve bölmeler kullanıyor. Bu tarz su sebillerinden uzak durun, zira damacana sulara kıyasla hiçbir faydaları bulunmuyor. Hatta daha sağlıksız oldukları bile söylenebilir, zira plastik bölmeler kısa süre içinde kireç tutup suyun lezzetini değiştiriyor. Yeni su sebili mevzuatına uygun, paslanmaz çelikten imal edilmiş hazne ve bölmelere sahip sebiller tercih etmelisiniz: Uğur Soğutma tarafından üretilen USP 20 D, tüm bu özellikleri taşıyor. 

                                                        
Tek avantajı bu değil elbette, USP 20 D üç musluğa sahip. Bu durum zannettiğinizden daha önemli, zira sıcak ve soğuk su musluklarına ek olarak normal su musluğu bulundurması, hava sıcaklığı uygunsa suyu doğal sıcaklığında içmenizi sağlıyor. Sıcak/soğuk musluklarla oynayarak ideal su sıcaklığını yakalamaya çalışan (ve başaramayan) herkes, bu özelliği takdir edecektir. Soğuk su bölmesi saatte 5 litre, sıcak su bölmesi ise saatte 2 litre su kapasitesine sahip, yani en kalabalık ailelerin (veya ofislerin) bile ihtiyacını rahatlıkla karşılayabiliyor. Suyu 5 dereceye kadar soğutabilen, 85 dereceye kadar da ısıtabilen USP 20 D, tüm standart damacanalar ile uyumlu. Alt kısmında da kapalı bir muhafaza alanı bulunuyor: Benim yaptığım gibi, yedek damacanayı burada depolayabilirsiniz. Yaklaşık bir aydan beri kullandığım USP 20 D, tüm beklentilerini karşıladı ve uygun bir fiyata son derece kaliteli bir su sebili sahibi olmamı sağladı. Gönül rahatlığı ile tavsiye ettiğim bu modeli https://satis.ugur.com.tr/item/usp-20-d/100017 adresinden peşin fiyatına 12 taksitle satın alabilirsiniz. 

                                             

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Şık Mutfaklar İçin Ankastre Renkli Buzdolabı

Siz de ankastre renginin mutfaklara çok yakıştığını düşünenlerden misiniz? Bu yıl ankastre renklere ilgi çok fazla: Gümüş grisi bu renk, mutfaklarda hakikaten güzel duruyor ve bulunduğu her ortama değer katıyor. En çok da buzdolabı modellerine yakıştığını düşünüyorum, ankastre renkli buzdolapları mutfakların gerçekten de havasını değiştiriyor. Bu nedenle Uğur Soğutma’nın UES 585 D2K NFI A++ isimli buzdolabı modelini görür görmez sipariş etmeye karar verdim: Ankastre renginin en şık tonunu kullanıyor.


Sevdiğim bir renge sahip olması, tek tercih nedenim değildi elbette. Uğur Soğutma’yı gayet iyi tanıyorum, 60 yıldan fazladır derin dondurucu modelleri ile soğutucu cihazlar üretiyor. Açıkçası, bu sektörde rakibi olduğunu düşünmüyorum ve buzdolabının da bir soğutma uzmanından alınması gerektiği kanaatindeyim. Hem markayı, hem de ankastre rengini görür görmez satın alma kararı vermem bundan kaynaklanıyor. Buzdolabını yaklaşık 3 aydan bu yana kullanıyorum ve izlenimlerim şöyle:
 

İç hacmi 585 litre ve fazlasıyla yeterli geliyor. Açıkçası bu büyüklükteki bir iç hacmi, çoğu marka ancak en üst düzey ve en pahalı modellerinde sunabiliyor. ’da ise standart geliyor! Buzdolabı içerisindeki şeffaf sebzelik bölümü özel, zira nem kontrolü yaparak sebzelerin daha uzun süre taze kalmasını sağlıyor. Ayrı bir “0 derece” bölümü de var, süt ve et ürünlerini bu bölüme koyarak kullanım ömürlerini uzatabilirsiniz. 

Buzdolabının no-frost özelliği var ve dondurucu bölmesinin kapasitesi tam 97 litre. Çoğu aile için fazlasıyla yeterli olacak bir kapasite bu. Isı kontrolü tamamen otomatik, bu da maksimum seviyede enerji tasarrufu yapmasını sağlıyor. Dış kapağı üzerinde bir LED gösterge var, hem çok şık duruyor ve hem de kapağı açmadan buzdolabı kontrollerine ulaşmanızı sağlıyor. Buzdolabını geceleri de kullanmayı sevenlerdenseniz hiç merak etmeyin: LED aydınlatması, toplam 5 adet temperli cam rafı mükemmel bir şekilde aydınlatıyor. Fiyatının çok üzerinde özellikler sunan UES 585 D2K NFI A++ modelini satın aldığım için çok mutluyum, mutfağım hem çok daha şık bir hale geldi ve hem de çok kaliteli yeni bir buzdolabım oldu! https://satis.ugur.com.tr/item/ues-585-d2k-nf-a/100030 adresinden siz de sipariş verebilir, ödemenizi 12 taksit halinde yapabilirsiniz. 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Onaylanma İsteği

Herkese Merhabalar 😊
Akşam annemle çok keyifli bir telefon konuşması yaptık. Annemin anlattığı bir şeylerden yola çıkarak bu konu hakkında yazmak istedim. Öncelikle anlatacaklarım daha anlamlı olsun diye azıcık annemden bahsetmek istiyorum. Minyon tipli diyebileceğimiz kısa boylu bana göre dünya güzeli bir kadın. Benim çocukluğum onun ne kadar güzel olduğu yorumlarını arkadaşlarımdan, komşulardan dinleyerek geçti. 5 sene öncesine kadarda gittiğimiz her yerde ablanız diye hitap edilirdi anneme. Hem boyunun kısa olması hemde yıllar içinde fit kalması sebebiyle yıllarca aynı yaşta kaldığı düşünüldü. 5 sene kadar önce anneme konulan şeker hastalığı teşhisi sonrası bir miktar kilo aldı ve olaylar baya değişti. Aldığı kilolar sonrası kendini daha az beğenir hale geldi. Bana soracak olursanız çokta kilo almadı. Ama onun gibi yıllarını 48 kiloda geçirmiş bir kadın için durum biraz zorlayıcıydı. Şükür ki bu durumuda bir şekilde atlattık ama tüm aile biliyoruz ki eskisi kadar özgüvenli değildi bu dış görüntü konusunda.

Akşam eski bir aile dostumuzu yemeğe davet etmişler güzelde vakit geçirmişler. Şehir dışında okuyan oğullarınıda yemeğe gelmiş. Annemi 3-4 yıldır görmüyordur sanırım. Kapıdan girer girmez anneme ''Siz yaşlılığı bedelli yapıyorsunuz galiba çocukluğumdan beri aynı kadın hiç mi değişmez insan'' demiş. O kadar hoşuna gitmiş ki anlata anlata bitiremedi. Ben tabiki anneme onaylanma isteği içindeymişsin demedim. Ama telefonu kapattıktan sonra aklıma geldi. Yaşımız ne olursa olsun konu ne olursa olsun gerçeklik algımız birilerinin bize o konu hakkında nasıl yorum yaptığına göre değişiyor. Fikirlerimizi başkalarının bize bakışına göre düzenliyoruz. Onaylandığımız konular için bakışımız olumlu, negatif yorumlar duyduğumuz konulara bakış açımız olumsuz. Üstelik dış görüntü gibi reel konularda bile durum aynı.

Benim kendi çevremdeki insanlarla iletişime geçerken çok dikkat ettiğim bir konudur. Arkadaşlarımla ilgili yorumlarda bulunurken eleştiri yapmamaya daha çok onayladığım özellikleriyle ilgili konuşmaya çalışırım. Benim gözlemlediğim tabiki art niyet içinde değiller ama insanlar konuşurken çokta dikkatli değiller. Onaylanma isteği içgüdüsel bir durum insanlar ne derse desin bana işlemez diyebilen varsa ne mutlu ona ama diyemiyorsak günlük kendi onaylamalarımızı yapabiliriz. Blogda sürekli bu günlük onaylamalarla ilgili yazıyormuşum gibi oluyor. Benim günlük yaptığım bir şey olmasının buna etkisi var galiba. Artık buna dikkat etmeye çalışıcam. Birazcık çeşitli konularda yazma planımıda böylece duyurmuş olayım.

SEVGİLER

''Meydan Okuyorum'' (Bende Katılayım Hemen) 1

Herkese Merhabalar 😀
Arada Saçmalamak Lazım'dan görüp beğendiğim etkinliğe bende katılmak istedim. Onun cevaplarını çok sevdim. Toplu cevaplamayı seçmiş. Ben bugün sadece ilk sorusunu cevaplayacağım. Diğerlerinde daha az söyleceğim olacağı için onları birleştireceğim. İlk başlatan İlham Kedisinin Günlüğünün linkini de  şuraya bırakıp cevaplamaya başlayayım ☺

1)Nasıl bir apartmanda büyüdün?


Fotoğrafı gözümüzde canladırmamız kolay olsun diye internetten alıp ekledim. Gaziantepte doğdum. Çocukluğumun bir kısmınıda bizim adına Hayatlı Ev dediğimiz fotoğraftakine baya benzeyen bir evde geçirdim. (hayatlı ev: bahçesi olan ev) Bizim evimiz tek bir bahçenin etrafına tek kattan bloklar şeklinde inşaa edilmiş odalardan oluşuyordu. Oturduğumuz oda ayrı, kardeşimle bana verilen odanın alt katında odunluk ve babamın alet odası, Mutfak ayrı, anne baba odası ayrı her biri üzeri çatılı aynı kocaman bahçeye bakan bir evdi. Bahçenin ortasında yazları içini su doldurduğumuz şimdinin şişme havuzları genişliğinde taş bir yapı vardı. İçine su doldurup önce karpuzu onla soğutur sonra aynı suyla bahçeyi yıkardık. Üzümlerden şire bastık elde etmek için köşesinde bir alanı vardı, ben hiç kullandığımızı hatırlamıyorum 😀. Böyle anlatınca çiftlik türündeymiş gibi düşünülebiliyor. Merkez ilçelerden birinde çıkmaz bir sokak içindeki buna benzer 6 evden birisinde biz otururduk.


 Kardeşimle o evi hem çooook seviyorduk hemde her yıl yeni evimize taşınma planlarımız olurdu. Önce avantajlarını anlatayım istiyorum. Yazları annemle bahçe yıkama(yıkama dediysek faydamız değil zararımız olurdu :)), kuyudan su çekme, komşularla halı yıkma, bahçede her daim hazır salıncak, bisiklete ev sınırları içinde binme ferahlığı, asma (üzüm) ağaçları, salçayı evde yaptığımız zamanlarda komşuların bize toplanması, odamızın bize ait olması, kurban bayramı öncesi koyunu günlerce besleyecek alanımızın olması, hayvan beslemeye uygun şartları çok eğlenceli taraflarıydı. Çileli kısmı kışın başlar bu tür evlerin. Her odaya ayrı soba kurmak ve sürekli uyku öncesi soba yakmak zorunda kalırsınız. Kar yağınca günlerce bahçeden kalkmaz erimez her yere tuz dökülür. Bu arada tek odada tüm aile yerde yatar. Tuvaleti bahçededir çocuk aklımızla gece yarısı tuvalete gitmek imkansızdır. Nedense korkardık :). Hatta bir kurban bayramı öncesi aldığımız koç çok hırçındı. O koç yüzünden tuvalete gitmekten korkardık:). Günlerce onun yüzünden korku yaşamamıza rağmen kesildiği andan sonra 2 gün aralıksız ağlamalarımız olmuştu. Bu kadar büyük bir evde sadece 4 kişilik çekirdek aile yaşayınca anneme çok ev işi düşüyordu. Bu eve taşındığımız zamanlar çocukluğumla ilgili ilk anılarım diyebilirim. Doğduğum evde benzeri ve mini mini haliymiş. Sanırım bu evimizde 3 kış geçirdik. Babam kardeşimle beni karşısına alıp bu evden bir apartmana taşınacağız, anneniz çok yoruluyor, yeni evimiz çok küçük olacak ama asla üşümeyeceksiniz kalorifer var demişti. Bizi balkon hayaliyle kandırdı diyebilirim. Bahçemizin yanında yeni evin balkonu seçeneği varın siz düşünün. Baya bir üzüldük kışın bir sürü şikayet ettiğimiz evden taşındık diye bide surat ettik:). Sonra bir apartmanın 3. katına taşındık uzun süre evin içinde ip atlıyorum diye alt komşunun çoçuğunu uyandırmışımdır. Bahçede yani oyunlarını ev sınırları içinde yapmaya alışan ben için bu ev hiç hoş değildi. Apartmanda yaşam benim ailem gibi bireysel düşünen aileler için zordur. Apartmanın dış cephe boyası ne zaman olsun, yok aidat, yok elektrik şu kadar kullanıldı gibi durumlara babam 5 yıl katlandı. Çeşit çeşit insanın her birinin huyu farklı falan o yıllarda oturmuş sistemler yok. Bu kız bisikletini nerede sürecek. Sokağa çıkmamızı istemeyen annemi çileden çıkardığımız tam 5 yıl :) Biz baya zorlandık ve müstakil başka bir eve taşındık. Üniversite kazanana kadarda o evde yaşadım. Ailem hala o evde oturuyor. Ben ise pekte bayılmadığım bir apartman dairesinde başka bir şehirde. Antep Evleri yıllar içinde ya yıkıldı yerine apartman daireleri yapıldı ya da restorasyon çalışmasıyla lokantaya dönüştü, turistik amaçlarla kullanıldı. Keşke zamanında onları yıkmak yerine kışın oralarda yaşamak için ne yapılabiliri düşünseydik hala orada yaşamayı baya isterdim. Anlatırken o zamanlara gittim sanki iyi ki bu yazıyı yazmaya karar vermişim:)

SEVGİLER

Resimler internetten alıntıdır. Gaziantep'e gittiğim ilk fırsatta albümden resimlerini bulup tarayıp yüklemeye çalışacağım.

Minik Kızın Ayna Motivasyonu

Herkese Merhabalar 😊
Dün yazdığım olumlamaya Annesi'nin Prenses'inin yazdığı yorumla birlikte aklıma gelen bir video olmuştu. Aslında bu yazıyı onun için yazıyorum. Videoda çok bilindik ve eski bir video. Bunu görmüştük vaktimizi çaldın demeyiniz lütfen. 😊
Gelelim videoya

Ufaklığın neşesi şahane. İnançla söylediği her halinden belli. Kendine olan sevgisi elindekilere şükür enerjisi çok etkileyici. Bir tanede bonus video ekleyip yazıyı bitiriyorum. Bu videoda da babası kızına ayna karşısında kendisini sevme motivasyonu yaptırıyor. Umarım bende çocuklarımı böyle yetiştirebilirim.


SEVGİLER

#Günün Olumlaması 7

Herkese Merhabalar 😀
Bugünün olumlamaları kendini sevme üzerinde olacak. Kendini sevme olumlamalarını ayna karşısında yapmak daha etkili olabiliyor. Benim verdiklerim bir kaç örnek aslında sizlerde kendinizi sevme temalı olumlamalarınızı yazıp ayna karşısında deneyebilirsiniz. Başlarda ayna karşısında olumlama yaparken gözlerinin içene bakamamak, çekinmek, kendini kandırma hisleri normaldir alışana kadar devam etmek iyi olacaktır.








SEVGİLER

Meditasyon Öncesi Kendini Topraklama

Herkese Merhabalar😄 
Olumlama yazımda da bahsetmiştim. Yaratıcı imgeleme adlı kitabı okuyorum bu aralar. İlk defa bir kitabı bu kadar yavaş okudum diyebilirim. Halada okuyorum. İçeriğinde çok güzel uygulamalar barındırıyor. Uygulayarak ilerliyorum. Benimde bugün denediğim, her türlü meditasyondan önce enerji akışını sağlamak ve her türlü engeli yok etmek amacıyla kullanılabilecek basit bir imgeleme tekniğini paylaşmak istiyorum.

Sırtınız dik ama rahat bir şekilde bir sandalyeye oturun ya da yerde bağdaş kurun. Gözlerinizi kapayın, 10 dan geriye doğru sayarak ağır ağır soluk alıp verin. Derin bir şekilde gevşediğinizi hissedene dek sürdürün.

Omurganızın en alt kısmına bağlı uzun bir kordonun yere kadar uzandığını, oradan da toprağa girdiğini hayal edin. Dilerseniz bunu, bir ağacın kökünün toprağın altına derin bir biçimde uzanışı olarak da düşünebilirsiniz. Buna ''topraklama kordonu'' denir.

Şimdi, yerin enerjisinin bu kordon vasıtasıyla yukarı doğru (eğer bir sandalyede oturuyorsanız ayak tabanlarınızdan yukarı doğru) çıktığını, bedeninizin her yanından geçerek yukarı doğru akmaya devam ettiğini ve başınızın üzerinden dışarı çıktığını imgeleyin. Bu akışın iyice oluştuğunu hissedene dek aynı görüntüyü resmetmeyi sürdürün. Şimdide kozmosun enerjisinin başınızın üzerinde içeri girdiğini, tüm bedeninizden, topraklama yapan kordonunuzdan ve ayaklarınızdan toprağa aktığını aktığını imgeleyin. Bu iki akışın farklı yönlere gidişini ve bedeninizde uyumlu olarak karıştığını hissetmeye çalışın.

alıntıdır
Yaratıcı İmgeleme
Shakti Gawain


SEVGİLER

#Günün Olumlaması 6

Herkese Merhabalar 😊
Baharın gelişi, sonunda benim kitap okumaya dönebilmem (uzun zamandır eski verimimle okuyamıyordum kör topal ilerliyordu :)), yaza fit girelim tedavi sonrası kilolara elveda derken yazmaya ve internete vakit ayırmadım. Blogdan uzak kalmayıda sevmiyorum ama diğer yaptıklarımlada huzurluyum bakalım dengeyi nasıl bulacağım. Şu aralar baya uzun süredir okuma listemde olan Shakti Gawain'in Yaratıcı İmgeleme kitabını okuyorum. İçinde bol bol olumlama var bende sizlerle paylaşmak istedim. Bugün paylaşacaklarımın konusu isteklerimizin olmamasından ötürü hissettiğimiz korkuyu dönüştürme üzerine.








Bugünlük bu kadar olsun bu kitaptaki olumlamaları vaktim oldukça paylaşmaya devam edeceğim.

SEVGİLER

#Mim: Marka Mimi

Herkese Merhabalar😊
Neşeli bulduğum ve bir mimle karşınızdayım. Mim etkinliklerini oldukça samimi buluyorum. Yazılarını okuyup onunla ilgili ufacık fikir edindiğimiz insanlar hakkında daha fazla bilgi veren bir etkinlik olduğunu düşünüyorum. Mimi başlatan Deep Tone'nun yazısının linkinide ekliyorum okumak isteyenler için.

İllede bu marka olmassa giymem kullanmam takıntılı biri değilim. Ama aldığım ürünü uzun süre kullanma konusunda takıntılıyım galiba.😊 Küçükken tüketim alışkanlıkları daha farklıydı sanırım annem ne aldıysa severek giyer kullanırdım. Ama yıllar içinde bazı markaların kaliteyi sabitlemeleri ya da ürün sonrası verdikleri destek sebebiyle satın alırken onları gözüm arar. Fiyatlarını da bütçeye uydurduğum an alırım.

Gelelim benim marka mimi cevaplarıma

1) Mavi jeans: Alakasız bir yerden kot aldığımda diz izi, yıkandıktan sonra giydiğim kotların kendini salması, renk solması vs vs problemleri sebebiyle maviyi tercih eder oldum. En ufak bir sorunum olduğu zaman sorgulamadan değişim yapmaları da artılarından.

2) Apple: Bu markanın stabil işletim sistemi artısı olduğunu bilmeyen yoktur. Fiyat performans değerlendirmesi yaptığımızda ülkemizdeki kur ve şirketin politikası sebebiyle bizim ülkemizde pahalı olduğunu söyleyebilirim. Bilgisayar olarak geçiş yapamadım gerçi şu an Lenovo kullanıyorum. Teknik desteğinden de fiyat performansından da memnunum ama bütçemi uygun gördüğüm ilk fırsatta bu markaya geçiş yapacağım. Çünkü stabil sistem ve hız benim için gittikçe önem kazanıyor. 

3) Bosch: Dayanıklı olması sebebiyle ailem ve benim için oldukça güvenilir bir firma. Satış sonrası teknik destek anlamında da hızlı hizmet verdiklerini söyleyebilirim. Beyaz eşya yenilememiz gerektiğinde ilk baktığımız ve çoğunluklada karar kıldığımız bir markadır.

4) Yeme içme alışverişlerimde helal damgası var mı konusuna özellikle dikkat eder içerikleri okur çoğunlukla da aynı markaları satın alırım. Çok yenilikçi değilim bu konularda malesef. Malesef diyorum çünkü gün geçmiyor ki bir markanın ürünlerinde kanserojen içerik bulunduğu ya da kötü katkı maddeleri bulunduğu haberleri okumayalım.

Aslında çok fazla konuda bağlılık gösterdiğim markalar var ama daha fazla uzatmak istemiyorum. Söylemek istediğim şu markalar konusuna önem veriyorsam nasıl bütçe yapıyorum. Kıyafet için sezon sonu indirimlerini takip ederim. Son moda olan kotu giymesemde olur yani bir önceki sezon bana fiyat olarak uygun geldiyse onu tercih ederim. Ayrıca bir alana bir bedava ya da %x indirim gibi kampanyaları da takip ederim. Gıda ile ilgili alışverişlerde ailecek toplu alışveriş yapar haliyle promosyon ucuzluğundan faydalanırız. Aldığım şeyleri uzun süreli kullanmayı seven biri olduğum için ben bu şekilde tercih ediyorum. Ucuz ürünleri kullanıp sık yenilemekte bir seçenek bütçe olarak daha uygun olduğunu ben düşünmüyorum belki yanılıyorumdur. Çok sevdiğim bir İngiliz atasözünde söylendiği gibi ''Ben ucuz mal alacak kadar zengin değilim.'' Benim tercihlerim böyle özel olarak kimseyi mimlemeyeceğim. Beğenen benim de fikrim budur diyen herkes davetlimdir.

SEVGİLER

Resim internetten alıntıdır

Karşılaştırmadan İyi Olamaz Mısınız?

Herkese Merhabalar 😊
Bu günün yazısı bir kişisel gelişim tekniğinin açıklaması olacaktı ama gün içinde gözlemlediğim hatta malesef dünyanın üzerine kurulu olduğu karşılaştırma konusu hakkında yazmak istedim. Bu konuda kişisel gelişim açısından çok önemli olduğu için daha öne almayı daha makul buldum. 

Gelelim konumuza karşılaştırma hayatın her alanına alakalı alakasız her yere girmiş durumda. Çocukken hatta bebekken mağruz kaldığımız bu durumu daha sonra bizde etrafta kim varsa ona uygulayarak devam ettiriyoruz. Çocukken komşunun bizi kendi çocuğuyla karşılaştırması ya da annemizin Fatma teyzenin kızı olsa böyle yapmazdı lafıyla karşımıza çıkıyor. Sonra okula gidiyoruz öğretmenlerimiz Ayşe gibi ödevlerini yapmalısın diyor. Sınavlara giriyoruz yeteneklerimiz karşılaştırılıyor. Sonra iş hayatına atıldık bu seferde konumlar var. Müdürler diğer çalışanlarla karşılaştırıp hakkımızda raporlar hazırlıyor. Evlendik belki eşimiz bizi kıyaslıyor belki de biz kendimizi eksik görüp kıyaslıyoruz. İçinden çıkılmaz gibi görünüyor değil mi? Kimseden düzene başkaldırmasını beklemiyorum zaten bende öyle yapmıyorum. Sadece kendimiz kontrol edebileceğimiz durumlarda bazen buna sınırlama getirebilme gücümüzü fark edebilmekten bahsedeceğim. Hemen hayat değişip ortalık süt liman olmayacak belki ama uzun vadede karşılaştırılma sonucu üzülen çocuğumuz daha mutlu olabilir. Ya da biri bizi karşılaştırdığı an bunu neden yaptığını bilirsek daha hızlı atlatırız. Bir kere bu bize büyüklerimiz onlara da onların büyükleri tarafından öğretilen bir durum haliyle yapanlar suçludur diyemeyiz. Kendimizde etkilendiğimizde bu bizim eksikliğimiz anlamına gelmez. Yani biz ya da başkaları suçlu değil. Birileri suçlu düşüncesi çözüm değil tartışma getirir.

Duruma karşı göstermememiz gereken bakış açısı kısmını anlatabildiğimi umarak devam ediyorum. Bu durumu en azından kendimiz kullanmamaya gayret edelim. En basitinden çocuğumuza filancanın oğlu böyle yapıyor şeklinde yaklaşmak yerine senden şu davranışı görmek beni mutlu eder. Bu konuda yetenekli olduğunu düşünüyorum şeklinde destekleyici konuşmalar yapabiliriz. Karşılaştırırken filancanın oğlunun üstünlüğünü vurgularken çocuğun yeteneğinden konuşurken onun yetenekleri ön planda olacaktır.

Gene bir durum var ki bence bu kilit nokta sizin iyi olduğunuzun bilinmesi için başkalarının kötü olduğunun belirtilmesine gerek yok. Buna şöyle örnek vermek istiyorum. Bir firma görevlisine gidiyorsunuz size bir ürünü tanıtması lazım ama tanıtımı rakip firmada bunlar yok şeklinde anlatarak yapmayı seçiyor. Bence bilinmeyen nokta şu kötü özelliklerini anlattın ve o anlık kazandın senden ürün satın aldı diyelim. Alıcının bilinçaltında rakip markanın bilinirliğini arttırdığın için uzun vadede rakibe hizmet etme durumu söz konusu. Başka bir örnekte bir insana inandığımız bir şeyden bahsediyor olalım savunma mekanizmamızı karşı tarafın hataları onların zaaflarını anlatma şeklinde seçersek hem uzun vadede o inancın bilinmesine katkı sağlıyoruz. İnsanlar aynı mesai içinde karşınında inceliklerini öğrendi malum. Hemde neyden bahsediyorsak enerjimiz o tarafa yönelir. Enerjimizi kendi işlerimize kendi ürünümüzün özelliklerine kendi inancımızın inceliklerine vermek bizi başarıya daha fazla yaklaştırır. Bir çok ülkede muhalefet partilerinin çoğunlukla muhalefet kalması da bence aynı durumun sonucu. Propaganda hep karşının kötü yönlerinde kendisinin ana parti olması resmi hiç gösterilmiyor. Bu resmi sen göstermiyorsan insanlar nasıl anlasın. İşe gireceksin piyasada ki çalışanların eksiklerini konuştuğun bir iş görüşmesi geçiriyorsun. Senin iyi özelliklerini anlatmadığın işverenin bilinçaltı neden senin iyi olduğunu düşünsün. İşi alamassın ya da bizi işe almazlar demiyorum. İşe alınabiliriz ama o iş yerinde ilk yükselecek kişinin biz olma ihtimalini kendimiz düşürmüş oluyoruz.

Son olarak bizim dışımızda gerçekleşen durumlar var. Bize öğretilen sistem sınavlar değerlendirmeler hep karşılaştırma üzerine birileri bize bu davranışlarla geldiğinde bu şekilde gelen kişiye sinirlenmek yerine öteki türlü gelmeyi bilmediğini düşünmeliyiz. Ne olduğumuzu düşünüyorsak ne olduğumuza inanıyorsak ne olmaya gayret ediyorsak biz oyuz. Bir başkasının bizden iyi ya da kötü olması durumu onu bağlar. İyi olduğumuza inanmak için başkalarının tökezlemesine gerek yok kişi kendine inanırsa yükselir ve başarır. Markasına güveniyorsa satışları artacaktır. Ben buna inanıyorum. Peki bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

SEVGİLER

Büyük Blog Küçük Blogu Yer Mi?

Herkese Merhabalar 😊
Bana kasvet veren kış mevsimi yavaş yavaş yerini bahara bırakıyor. Gerçi çok üşümeye meyilli bir insan olduğum için hala çift kat çorabım ayağımda bunu itiraf edebilirim.😂 Olsun varsın. Blogda okuduklarımdan duyduğum kişisel gelişim tekniklerinden bahsetmek bahsederken kendimde pekiştirme amacıyla yazan birisiyim. Aldığım eğitimler, video bültenler, okuduğum kitaplar falan ooo ne güzel hepsinden yazarım düşüncesi vardı kafamda. Hepsinden ziyade yazmaya karar vermem şu nedeni içeriyor. Ortalama 10 sene kadar önce (eksik yada fazla olabilir tarihlerle aram iyi değildir) yoga yapmak istemiştim. Ve bu konuda eğitimler almış fazlaca bilgili insanların arasına düştüm(tabiki kendim isteyerek). Benle konuşuyorlar öğretmeye çalışıyorlardı her şey iyi hoştu ama bir konuda temel kavramları bilmiyorsak bocalıyoruz. Bunu yaşadığım için blogda kişisel gelişimin, yoganın, meditasyonun temel konularıyla ilgili terim kullanmadan ya da bu terimleri açıklayarak yazma fikri beni çekti. Bunu yaparken tabi ki okunsun istedim hala istiyorum. Ben okunma amacı gütmüyorum diyenlere saygım var ama benim amacım gerçekten beğenen ya da yazdığım konuda farklı görüşe açık insanlara bir kırıntı farkındalık katmak. Yani 12445215 kişi tıklasın ama okuyup okumadığı önemli değil kafası bana pek uymuyor. Benim isteğim hoşuna giden okusun samimi bulduysa yorum yazsın beğendiyse takip etsin beğenmediyse ona takipçi olayım diye etmesin. İlk defa ziyarete gittiğim bloga o an içimden geldiyse kendi bloguma davet yorumu yazarım blogunu beğendiysem takipte ederim. Birini takip etmek için illa karşılıklı olması gerekmiyor. Link bıraktım diye illa beni takip etsin isteğimde yok sevmediyse etmesin. Bir iki haftadır yerli yabancı bir kaç blogdan kimisi mail yoluyla kimisi yorumla davet alıyorum. Link bırakana tıklayıp beğendiysem takipçide olurum bunlara varım. Lakin bir kaç blog sahibinden şöyle bir talep aldım linklerini yollayıp kendilerini takip etmemi istemişler takipten sonra yorum atarsam beni geri takip edeceklermiş. Zaten bloguma gelmişsin beni bulmuşsun beğendiysen et beğenmemiş olabilirsin ona da varım. Linkini bırak inceler gerisine bakarım. Şartlı takip bana uymadı ve nazik bir şekilde bunu izah ettim. Gelen cevap bana dahada garip geldi. Kendisinin büyük blog olduğunu önce benim gelmem gerektiğini yazmış ya da buna benzer bir şeyler işte :). Ben burada bir kaç mantık hatası buldum kendimce. Sevgili büyük blog sahibi beni bir şekilde buldun sen talepte bulunuyorsun normalinde benim seni bulmam gerekmez miydi. Malum takipçi sayın çok ya. Bu burada dursun sırf beni takip et diye takipçi butonunu tıkladım diyelim. Yapmam ya hadi oldu yaptım diğer postlarında ne yapacağız. Blogu beğenmediysem bir daha ugramayacağım demektir. Okuma listemde çeşitli konularda bloglar var onları takip etmişimdir bir sebepten. Sayısal karşılaştırma yapınca zaten belli hepside beni geri takip etmiyor. Bir daha uğramayacaksa takipçi olmasının pekte anlamı yok bana göre. Okuma listesinde çıkan postlara vaktim oldukça tıklar beğendiysem ve yazacak lafım varsa yorumda yaparım zaten bana şart koymasına gerek yok. Bazen beğendiğim posta yazacak yorum aklıma gelmiyor buda okumuyorum demek değildir. Karşısındakini tıklanma takipçi olarak gören büyük blog sahibi bana uğramasanda listemde olmasan da olur napalım bende küçük balık olarak devam edecem mecbur 😉😊.  

Gene çenem düştü az kaldı topluyorum :). Blog yazma amacım benim bildiğim paylaşmak istediğim şeyleri başkaları da görsün isteğidir. Birine yorum yazdım takipçi oldum ya da başka bir şey yaptım diye bana takipçi olması şartı yoktur. İlgisini çeken 10 kişide okusa fark etmez. Herkes gibi okunmak isterim ama şartlarım falan yok sizlere link bıraktıysam bana geldiğinizde önce benim faydama davranmanız şartını koymuyorum. Bu şartı koyana da saygım var sadece ben o yoldan gitmeyeceğim kusuruma bakılmasın lütfen. Yazımdan bana link bırakmayın şeklinde bir şey anlaşılmadığını umuyorum. Link bırakmayanı bulmak blogger sistemi yüzünden zor iyi ki bırakıyor. Ama şartlı link bırakılması beni azıcık rahatsız etti. Herkese huzurlu mutlu günler.

Not: Beni takip eden okuyan yorum yapan takipçi sayısı çok bir sürü blog var. Hatta yeni olduğum zamanlarda hiç beni tanımamasına rağmen beni öneren yazı yazanda oldu. Sözüm kesinlikle onları hedef almıyor. Ve alçak gönüllü davrandıkları bu olaydan sonra fark ettim. Kendilerine teşekkür ederim.

SEVGİLER

528 Hz Dna İyileştirici Müzik

Herkese Merhabalar 😊
Bahar geliyor en azından Ankara bir haftadır güneşli. En sevdiğim mevsim olan yaza az kaldı. Bu durum benimde yenilenmeme, kendime ve yaptıklarıma bir tık daha fazla dikkat etmeme sebep oldu. Tekrar 528 hz müziklerimi dinleme listeme ekledim günde bir iki saatte olsa dinlemeye dikkat ediyorum. Daha önce dinlediğim müziklerin kelime içeriklerine dikkat ettiğimden bahsetmiştim. O yazının linkini şuraya bırakıp dinlediğimiz müzik frekanslarıyla ilgili konuya devam etmek istiyorum. Bu konu ile ilgili özellikle internette çok az türkçe kaynak var. Yabancı kaynaklardan ve az bulunan türkçe kaynaklardan okuduklarımı birleştirerek ancak bilgi sahibi olabildim.


Titreşimler hayat üzerinde büyük etkiye sahiptir. Yakın bir zamanda yapılan deneyde güzel sözler söylenen suyun kristalize yapısı gözlemlenmiş ve çok güzel sonuçlar verdiği gözlemlenmişti. İnsan vücudunun %70'i su olduğuna göre frekansların yani titreşimlerin üzerimizde etkili olduğu fikrine varmak sürpriz değildir. Frekanslar ve etkileri şöyledir.
396 Hz: Suçluluk duygusu ve korkudan özgürleşme
417 Hz: Durumu çözmek, değişimi kolaylaştırmak
528 Hz: Dönüşüm ve mucizeler
639 Hz: Yeniden bağlantıya geçmek, ilişkiler
741 Hz: İfadeler, çözümler
852 Hz: Uyanışın sezgisine olmak

Bizim şu anda dinlediğimiz tüm şarkılar 440 Hz'dedir. Her enstrüman standart tuning denilen 440 Hz ile akort edilerek bu şekilde şarkılar seslendiriliyor. Bahsi geçen frenkansın asabiyet, kedere sürüklenme, hastalık ve kriz durumlarını tetikler bir frekans olduğunu bilen askeri kitleler bunu kullanma adına müzik piyasasını tekelleştirmişlerdir. Daha önce kullanılan A=444 Hz (C=528 Hz) ise kullanım dışı bırakılmıştır.

Aynı zamanda sevginin frekansı da denilen 528 Hz müziklerin internet ortamından ulaşılması oldukça kolay. Düzenli dinlenmesi sonucu hastalıkların tedavisine alternatif bir destek olarakta kullanılan 528 Hz için dna yenileme frekansı denilen kaynaklara rastladım.


Örnek olması açısından bir tane bu şekilde olanlardan ekledim ama ben bu türde olan 528 Hz müziklere ısınamadım. Kendime alternatif olarak klasik müzik türünde 528 hz frekanslı müzikler buldum. Onuda hemen ekleyeyim.


Uzun uzadıya şu araştırmayı bu bilim adamı yapmış bunun sebebi budur şeklinde bir yazı olmasını istemedim. Daha önce dikkatini çekmemiş olanlara ufak bir fikir vermesi adına yazdım bu konuda. Benim konu ile ilgili fikrime gelecek olursak bu bilgiden sonra bir çok insan gibi gene Amerikanın oyunu bizim hakkımızda neler düşünüyorlar hainler tarzında suçlamaya ya da kafama komplo teorisi yerleştirme yoluna gitmedim. Kaldı ki standart tuning uygulaması tüm dünya üzerinde silah şirketlerinin desteğiyle 1910 dan itibaren uygulanan bir durumdur şeklindeki bilgilerden yola çıkıp hep Türklerle uğraşılıyor algısına geçmek mantıklı da değil. Ben gene kulağıma hoş gelen sözleri beni manipüle etmeyen tüm müzikleri dinlemeye devam ediyorum. Bu bilgilerden sonra klasik müziklerimi 528 Hz seçip listeme o şekilde ekledim. Gün içinde bir kaç saatte (bazen dakika) olsa bu frekansta dinlemiş olmaya çalışıyorum o kadar.

Son olarak iki frekans arasındaki farkı gösteren bu videoyu paylaşmak istiyorum.


SEVGİLER

İstememek Aslında İstemektir

Herkese Merhabalar 😊
Bugün benimde bazen farkında olmadan yaptığım zaman zamanda toplumun bir parçası olmam sebebiyle mağruz kaldığım bir durumdan bahsetmek istiyorum. İstemediğimiz şeylerden konuşmaya bayılıyoruz.

Diyelim ki bizi memnun etmeyecek bir olay yaşadık. Olayın orada bitirildiğine pek rastlamadım. Anda yaşadık etkilendik, sonra en yakın arkadaşımıza anlatırken etkilendik, akşam eve geldik ailemize anlatıyoruz (bize verecekleri ilgiyi almayı isteme durumu) etkilendik. Artık uyku zamanı dua ediyoruz onun içeriğinde de yaşanan durumu bir daha yaşamama isteğimiz var. Ya da Allah'ım beni kimseye muhtaç etme cümlesi.

Yaşamadan uyarma huyumuz var mesela. Uyarı aslında olabilir bir davranışken orada da istemediklerimizi belirtiyoruz. Hata yapma durumu haricinde uyarı yapılma diye bir kural var sanki. Bana böyle davranma. Beni eleştirme. Gideceğimiz yerde sakın kilolarımdan bahsetme. Beni ezemessin. Beni manipüle etme.

Dua konusuna yukarıda bir örnek verdim. Bence tek örnekle geçilmeyecek derecede önemli. Muhtaç olmama içeren, kötülüklerden korunması gereken bizler dua ederken öyle cümleler kuruyoruz ki duyduklarımı hayal ettiğimde ürpermeden edemiyorum.


Son olarak anti olma örneklerini vermek istiyorum. Kurulan dernek isimlerinde bunu sıklıkla fark ederim. Sigarayla savaşanlar derneği mesela neden iyi bir amaç edinen dernek isminde savaş geçer bunu anlamak benim için imkansız. Savaş karşıtı eylemler, silah istemeyenler örnekleri arttırmak mümkün.

Örneklerini irdeledikten sonra söylemek istediğim şudur. Kelimeler hissettiklerimiz yarınımız üzerinde muaazzam bir etkiye sahip.  Ayrıca beyin olumsuzluk eklerini algılamaz. Buna yabancı kültüründe sıklıkla verilen örnek evin içinde pembe fil yok örneğidir. Bu cümle söylendikten sonra bile aklımıza içinde fil olan bir ev geliyor ve gözümüzün önünde canlanıyor. Kırmızı ayakkabı düşünme cümlesini duyduğumuz an gene zihnimizde kırmızı bir ayakkabı canlanır. Bana karışma dediğimizde etkin enerjimiz insanların işlerimize burnunu sokması durumu. Zaten ne yaşıyorsak yaşadık bence birde bunu deneyip sadece istediğimiz konulardan konuşalım. Kötü bir olayı defalarca anlatıp düşük enerjimizi etkin halde tutma durumunu destekliyoruz. Son olarak düşünce tarzını çok sevdiğim Rahibe Teresa'nın beni savaş karşıtı eylemlere davet etmeyin benimle sadece barış konuşun cümlesi beni en çok etkileyen duruşlarından birisi. Savaş istemiyorsak barış dernekleri kuralım, arabasızlık canımızı mı sıkıyor arkadaşımıza her daim bu konuda yakınmak yerine almak istediğimiz modelden konuşalım. Ben olmamış şeyi konuşmam diyor olabilirsiniz o zaman arabasızlık sohbetlerini başka konuyla değiştirin. Etkin enerjimizin daha pozitifte kalması ilk adımdır ve büyük değişimler için olmassa olmaz durum. İstediklerimizle buluştuğumuz bir gün olması dileğiyle.

SEVGİLER

Mutluluk Tanımını İrdeleyelim

Herkese Merhabalar 😊
Dün bir blogda güzel bir mim gördüm ve hakkında yazmak istedim iyi ki de yazdım. Paylaşmak güzel şey. Linkini şuraya bırakıyorum tıklayın. Belki merak edip okumak isteyen olur. Arkadaşlarım arasında blogumu takip edenler var. Okuyup kendilerince yorumlamışlar. Tüm gün beni mutlu eden şeyler konuşuldu. Yıllardır kişisel gelişim kitaplarıyla kafayı bozmama bulduğum eğitimlere salça olmama rağmen onlardan farklı şeylerle mutlu olmuyormuşum.😊 40 gün boyunca sürdürmek için kendimi paraladığım meditasyon setleri de işe yaramıyormuş. 😊 Kişi ne düşünüyorsa kendisi için doğru olan odur buna edecek lafım yok. Hayatımla ve yaptıklarımla ilgili fazla açık olmam belki onları benim hakkımda beklentiye soktu. Halbuki ben beklenti içinde olmadan okuyor ve uyguluyordum hoşuma giden teknikleri. Öyle olsun bakalım beklentileri karşılanmadı. Benim yanlış anlaşılma olarak gördüğüm bir kaç konuya açıklık getirme adına mutluluk hakkında tekrar yazmak istedim.


Mutluluk nedirden ziyade ne değildiri düşündüm. Mutluluk hayatın her saniyesi kahkahalarla gülmek, hiç derdi olmamak (dert denen şey kişiye göre değişiyor), hoşuna gitmeyecek hiç bir durumla karşılaşmamak, hoşuna gitmeyen olayları yaşamamak, en güzel kıyafetleri giymek, en zengin olmak (parasal anlamda), okul ortalaması en yüksek çocuğa sahip olmak, okulda en iyi notları almak, başarısızlık yüzü görmemek değil.


Resimdeki çocuk neye sahipte mutlu ne kazanmış olabilir bu yaşında. Mutluluk günün akışı içinde gördüğün şeyleri hissedip anda kalıp tadını çıkarmaktır bana göre. Kişisel gelişim eğitimleri ve teknikleri masallarda olduğu gibi sihirli değnek gibi hayatımıza etki edip negatif ne varsa süpürmüyor. Benim hayatımda böyle işlemedi. Sorunlar varsa çözümlerde vardır dedim ve huzuru hissetmeye çalıştım. Elimdekilerle şükür egzersizlerine devam ettim. Zaman içinde çokta yol aldım. Tabiki bende zaman zaman olmuyor işe yaramıyor demişimdir. İnsanım sonuçta mekanik bir yazılıma sahip değilim. Hatalar yaptığım zamanlar olmuştur ve yapmaya da devam edebilirim. Önemli olan hatalarında benim olduğunu kabul edip tekrar ve tekrar baştan başlamaktır bana göre.


Ben böyle söylüyorum diye herkes kişisel gelişim klişelerine takılıp onları yapmak zorunda diye de bir şey yok. Ne size huzur veriyorsa ne sizi hayat telaşından bir nebze uzaklaştırıp mutluluk hissi yaratıyorsa onu yapın. Size huzur veren şey bağdaş kurup mantra eşliğinde konsantre kalmaksa meditasyon sizin için doğru seçenek. Vermiyorsa yapmayın yağmuru izleyin. Yağmur sesi rahatsız mı ediyor müziğin sesini açın. Hatta benim mutluluk tanımımı bile takmayın kendi mutluluk tanımınızı yapıp onun üzerinde çalışın.


Yazıma ilham oldukları için arkadaşlara teşekkür ederim. Kızgınlık ya da kırgınlıkla değil açıklamış olmanın verdiği iyi hislerle yazdım. Evet sormadan yapılan eleştirilere karşı fikrim hala aynı ama sorun etmiyorum kimse merak etmesin.

SEVGİLER

#Mim: Sizce Mutluluk Nedir?

Herkese Merhabalar 😊
Takip ettiğim bloglar arasına olan HER ÇOCUK AYRI BİR DÜNYA adlı blogun mim etkinliği ile karşınızdayım. Kendisinin yazısını okumak isteyenler olursa linki. Bu soru benimde sıklıkla kendime sorduğum bir soru olduğu için direk atladım diyebilirim. 😊 Mim yazısındaki resmi direk olarak aldığımı da belirteyim hemencecik.

Gelelim benim mutluluk tanımıma. İnsanın içini sıcacık yapan yüzüne bir gülümseme kalbine mini mini bile olsa kıpırtı getiren her şey bence mutluluktur. Bana gelince beni hem mutlu hemde mutsuz etmek çok kolaydır. Tipik ikizler kadını anlık olaylara anlık tepkiler veririm. Mutsuzluklarım anlıktır hemende üzerimden atarım. Mutluluklarımı kalıcı yapmak için özel bir çaba içindeyimdir her zaman. 
Uzun zaman sonra beni hatırlayıp arayan arkadaş.
Sevdiğim bir markanın ihtiyaç duyduğum anda kampanya yapması.
Hediye vermek ya da almak.
Telefonda annemle konuşurken bana taktığı lakaplardan birisiyle bana takılması.
Erken kalktığım bir günde işe gitmeden önce tavşanım cicozla vakit geçirmek. Gün doğuşunu seyretmekte olabiliyor bazen.
Eğitimini 2 yıldır tamamlayamadığım kuşum ciminin konuşması (5-6 kelime konuşabiliyor 😊).
Günlük olarak tükettiğim kahvenin biri tarafından hatırlanıp bana hazırca gelmesi.
Tartıya çıktığımda eksildiğini gördüğüm 100 gr.
Meditasyon yaptığım günler bunu başarmanın verdiği his.
Günü ne kadar yoğun olursa olsun beni görmeden evine gitmeyen sevgilimin akşam üstü ziyareti.
Bloguma yazılan motive edici bir iki yorum, söz.
Aklıma gelenler bunlar daha daha fazlasıda çıkardı eminim ama kafanızı az ütülemiş olmak istedim. Gelelim kimleri mimliyorum. Hemen hemen her yazıma güzel yorumlarını esirgemeyen blog dünyasından tanıdığım Annesi'nin Prenses'i ve ilk yazmaya başladığım zamanlarda blogumu tanıtmak dahil olmak üzere desteğini hissettiğim Deep Tone sizleri mimliyorum. Bunun haricinde kim okursa görürse yazmak isterse onlarıda davet ediyorum.


SEVGİLER

#Günün Olumlaması 5

Herkese Merhabalar 😊

Günün konusu ve olumlamaları para ile ilgili şimdiden hepimize şifa olması dileğiyle.







SEVGİLER

#Film - Logan: Wolverine

Herkese Merhabalar 😊
Bugün geçtiğimiz cumartesi sinemada izleme şansına eriştiğim Logan ile ilgili yazmak istiyorum. 1963'de X-Men çizgi romanıyla başlayıp ilk defa 2000'de Marvel Comics sayesinde televizyonlarda izlediğimiz serinin 10. filmi. Öncelikle içinizi rahatlatmak adına belirtmek isterim ki önceki 9 filmi izleyip gitmeniz şart değil. İlk defa Logan'a gitseniz bile bu filmi rahatlıkla anlarsınız. Devam filmi gibi değilde Logan yani Wolverine karakteri için çekilmiş bir film. Lakin benim gibi meraklı turşucular olabilir ve zaman ayırıp izlemek isteyenler çıkabilir diye ben sıralı olarak X- Men serisini paylaşmak istiyorum.

1. X-Men (2000)
2. X2 (2003)
3. X-Men: The Last Stand (2006)
4. X-Men Origins: Wolverine (2009)
5. X-Men: First Class (2011)
6. The Wolverine (2013)
7. X-Men: Days Of Future Past (2014)
8. Deadpool
9. X-Men: Apocalypse (2016)
10. Logan (2017)



Serisinin detaylarını paylaşmamdan anlaşılacağı üzere seriyi çok beğenerek ve severek yıllarca izledim. Bilim kurgu ve aksiyon içeren filmleri severek izleyen biriyim. Son film olan Logan IMDb'den 8.6 almış. Bana göre de aldığı puanı hak eden hatta bir tık daha fazla puan alabilecek bir filmdi. Yıllarca izlediğim Hugh Jackman'e bir vefa anlamıda taşıyan Wolverine karakteri için son film. Filme gitmeden önce gidenlerin yorumunda ağladıklarını okumuş buna göre gitmiştim ama beni ağlatmadı. İçinde bunu neden bir yere bağlamamışlar bunun sebebi neydi dediğim noktalar olduysa da geneline bakacak olursam çok beğendim. Vakit ayırılması gereken bir film. Serinin diğer filmlerinde toplu hareket eden bir şeyler uğruna savaşan kahramanlar varken bu filmde Laura karakterinin haricinde Logan tek başınaydı denebilir. Tüm seri boyunca toplu savaşlar görmeye alışık olduğumuz için bu nokta benim baya dikkatimi çekti. Aslında konuşacak anlatacak çok şeyim olmasına rağmen spoiler verme endişesi sebebiyle yazımı burada sonlandırıyorum. Son olarak söylemek istediğim şey izlemenizi tavsiye ederim.


SEVGİLER

Not: Resimler internetten alınmıştır.